6 Şubat 2016 Cumartesi

Pivotların Sezonu

Rus mafyası gibi gelip dayak yemiş Ivan Dragon gibi memleketine dönen Beschastnykh'i saymazsak, son 20 yılda ülkemize gelip verim alınamamış çok fazla pivot santrafor hatırlamıyorum.

Belki biraz Rune Lange, biraz da Ali Lukunku. Talihsiz transferlerdi. Fakat 15 gol üzeri skor üretip hem tablolarda hem kalplerde iz bırakanlar saymakla bitmiyor.


2000lerin başında Kennet Andersson, Hooijdonk, Jardel ve Carew zihinlere kazınan "uzun adamlar" idi. 90'ların statik pivot santraforlarından sonra ikinci nesil pivotlar, yani tabiri caiz ise "ayağı top da yapan" daha sprinter, daha atletik santraforlar gelmeye başladı. Bunlarda en tipik örneği, 3. Fatih Terim döneminin en çalışkan oyuncularından Elmander idi. Attığı gol sayısı bunun aksini gösterse de şampiyonlukta payı muazzamdı.


2000'li yılların sonuna doğru Anadolu takımları bile tercihlerini uzun santraforlardan yana kullanmaya başlamışlardı. Vittek ve Makukula gibi yüksek oyuncular kısa sürede muazzam skorlar kaydettiler. Tabi bu sınıfa dahil edebileceğimiz Marc Janko gibi bence "muazzam" potansiyelini çeşitli sebeplerle sergileyememiş ve Futacs gibi henüz şansı bitmemiş olsa da hünerlerini gösterememiş oyuncular da olmadı değil.

Şimdilerde bu ekolün uluslararası düzeyde en son temsilcisi olarak gördüğüm Cardozo, yeni nesil "İbrahimovic" modeli uzun ve sprinter santrafor Gomez ve yine bu sınıfa sokabileceğimiz Fernandao.



Fernandao'dan hem skor hem de gelir anlamında oldukça faydalanan Bursaspor Tomas Necid'i transfer ederek transfer sezonunun kendi adına en doğru işini gerçekleştirdi. Şu an attığı gol sayısı ve muhafaza ettiği performansı sayesinde ligde para-performans oranı olarak Rodallega ile başı çeken oyuncu benim nezdimde. Vaktiyle Ankaragücü forması giyerken yarım sezonda inanılmaz işler yapan ve Dünya Kupası'nda Slovakya formasıyla adeta destan yazan Vittek'ten sonra Tomas Necid'i de Çek Cumhuriyeti ile Euro 16'da bonservisini 3'e 5'e katlarken izleyebiliriz.


Pivot santrafor konusunda takımlarımız yüzlerini Edirne'den dışarıya çevirdiklerinde büyük oranda müspet sonuçlar almışlar. Ya içeride? Yerli pivot santraforlara uzunca bir süre "işte yeni Hakan Şükür" olarak baktık. Hüseyin Kartal, Ersen Martin gibi facia performanslara daha sonra Mehmet Batdal ve Batuhan Karadeniz gibi isimler eklendi. Aslında ligimiz oyun mentalitesi, iklim ve zemin şartları itibariyle her takımın bu tarz oyuncuları kulübesinde bulundurmasını gerektiriyor bence. Fakat neden yerli pivot yetiştiremiyoruz, neden her "dalyan gibi çocuğu" görür görmez stoper yapmak için debeleniyoruz bilmiyorum.



Transferde yetkin kişiler son 4-5 yılda ligi forse eden, rakamlarla damga vuran hücumcuları azıcık incelemeliler. Transfer komitelerinin ve teknik adamların skor anlamında bu kadar net işleyen bir formül varken inatla sürdürdüğü "dikine oynasın, sert vursun, küsmez kırılmazsa kanatta da oynasın" yaklaşımı hastalıklı bir yaklaşım. Santrafordan "İsviçre Çakısı" olmaz. Yabancı kuralının da sonuna kadar esnediği ortamda artık bütün işi "gol" olan adamlara yönelmek lazım geliyor.


9 Mayıs 2011 Pazartesi

Hepsi Alman Mucizesi, Ya Hamit?

Mesut Özil'in Real'e transferi sonrası çok tartışılan bir konuydu "Alman milli takımını seçmese Real'e gelebilir miydi" sorusu. Bence evet Mesut'un Real'e giden yolu Dünya Kupası formundan sonra açılmıştır. Altyapısı itibariyle de Alman patentli Bundesliga ürünü bir futbolcudur.


Şimdi Nuri Şahin transferi tamamlanmış durumda, Real'de ikinci Türk diyenler var Real'de ilk gerçek Türk diyenler var var oğlu var. Fakat biliyoruz ki Nuri de Mesut gibi Bundesliga formu ile sivrildi. BVB'nin şampiyonluğa giden yolu ne zaman tıkansa Nuri kilidi açan isim oldu. Real Madrid "Türk milli takımı oyuncusu" değil "Bundesliga Starı" transfer etti. Nuri de bu yönüyle tabiki de bir Alman becerisinin ürünüdür diye düşünüyorum. Ha milli takımda başarılı olmasını çok isterim o ayrı. (Gerçi Sakarya çetesinin başı Hiddink'in yanında olduğu sürece pek mümkün değil ya, neyse)
Şimdi Hamit'in de adı geçiyor Real Madrid ile. Fakat burada bir sorun var. Hamit alt yaş gruplarından beri Türk Milli takımında. Daha bir Bundesliga starı olmadan evvel Türk milli takımlarında forma giymiş ve uluslararası platformda rüştünü ispatlamıştı. Akabinde gelen Schalke ve Bayern serüvenleri. Bu sırada milli takım ile bir Avrupa Şampiyonası var tabi. Şimdi akıllara gelen soru şu; Mesut, Nuri neyse de eğer Hamit'de Real'in yolunu tutarsa bunu Bayern'deki formuna mı yoksa Türk Milli Takımı'ndaki formuna mı bağlanacak? Bence bu sezon Bayern 11'inde sıklıkla şans bulamamış bir oyuncunun tercih edilmesinin en büyük sebebi kendi klübünde forma şansı bulamadığı süreçlerde milli takımda gayet istikrarlı ve üst düzey form gösterebiliyor olması. Avrupa Şampiyonası elemelerinde ayakta kalabilen 1-2 futbolcumuzdan biri olan Hamit'in Kazakistan'a attığı spektaküler golün de vizyonuna büyük katkısı oldu diye düşünüyorum. Ayrıca Bayern'de bir mevkiye daha fazla hapsolmuş gibi oynatılan Hamit'in milli takımda tüm sağ kanadı domine ederek oynadığı formları Mourinho için referans olmuştur.


Tam manası ile "Türk" olduğu için Real'de ilk forma giyen futbolcu inşallah Hamit olacak. Ama üçünü de dünyanın en büyük futbol klübünde izlemek muazzam zevk verecektir bizlere.

31 Ocak 2011 Pazartesi

Spider Man Peruzzi



Şarkı ile uyumlu bir Peruzzi videosu. Jubilesinden sonra yapılmıştı sanırım.

7 Kasım 2010 Pazar

Roma Morganti'ye Duacı

Sıradan bir hakem yönetimi ile oynanmış olsa beraberlik dışında hiç bir skorun ortaya çıkmayacağı maçı Morganti üstün çabaları 2 farklı hale getirdi. Roma için çalınan ilk penaltının aynısını, tam da gözünün önündeyken çalmadı. Mauri'nin Riise tarafından çizgi üstünde düşürülmesini es geçti. Bu pozisyonda Lazio penaltı kazanmalı, Riise mutlak gol şansını engellemekten oyun dışı kalmalıydı. Maç 2-0 iken Simplicio'nun elle oynamasını yine es geçerek Laziolu oyuncuları canından bezdirdi.

Sonuç olarak Roma ligdeki konumunu düzeltme adına ilaç gibi bir 3 puan kazandı. Lazio hala lider, oyun olarak galip geldikleri maçlardan daha farklı oynamadılar. Bence disiplinlerinden kopmadıkları ve konsantrasyonu kaybetmedikleri sürece kazanmaya devam edebilirler, tabi saha dışı faktörler ortaya çıkmazsa.

6 Kasım 2010 Cumartesi

Derby Della Capitale

Haftasonunu anlamlandıracak maç Lazio - Roma derbisi olacak muhakkak ki.

Genç ve yetenekli Lazio 10. haftaya lider girmesine rağmen kendisini ancak bu maç ile kanıtlayabilir. Takımın en formda isimlerinden kaleci Muslera sakat, oynamayabilir. Yerine kalede Berni'nin başlaması muhtemel. Meghni de sakatlar arasında. Biava kırmızı kart cezalı. Floccari, Mauri ve Zarate gayet formda ve takımın en önemli silahları olacaklar.
Roma ise sezonu en azından Avrupa Kupaları iddiasında sürdürebilmek için kazanmalı. Taddei, Pizarro, Burdisso sakat ve Totti kırmızı kart cezalısı. Haftaiçi de zorlu bir Şampiyonlar Ligi maçı oynadılar ve yorgunlar. Tek dayanakları Mirko Vucinic.

Son yılların en gerilimsiz, sahaiçi olaysız maçı olmaya aday. Zira Roma'da "tribün çocuğu" Totti sahada olmayacak. Lazio'da da Di Canio'dan sonra sahaiçi olayları yaratan bir isim çıkmadı halen. Totti'nin olmayışına Roma taraftarından çok Curva Nord sakinleri üzülmüştür sanırım. Oynanan son maçta "kümeye" şeklindeki işaretin hesabını sormak için en ideal maç bu olacaktı.
Uzun zaman sonra ilk defa Lazio maçın favorisi. Derbilerde favori olmaz muhakkak ama Lazio sezon başından beri çok karakterli ve disiplinli oynarak maçlarını kazandı. Roma'da ise bir kaos hali mevcut. Transfer döneminde Adriano dışında kaydadeğer bir oyuncu almamaları onlara pahalıya mal oldu. Lazio 9 maçtır sürdürdüğü kaybetmezlik serisini sürdürür ve maçı kazanır diye umuyorum. Kazanmasa dahi liderliğini sürdürecek, bu da ayrı bir not.
Yine de tribünde çok renkli ve hadiseli bir derbi geçeceği kesin. IRR bir koreografi için hazırlanıyor. Bunun yanına pankartlar da espirili ve dikkat çekici olacaktır.

Maç Pazar günü saat 16.00'da TV8'de.

18 Ekim 2010 Pazartesi

2000 Ruhu

SS Lazio transfer sezonunda büyük rakamlara oyuncu alıp satan klüplerin başında geliyordu İtalya'da. Son 5 yılda kadrosundaki tüm yıldızları pazarlayarak borçlarını kapatmaya çalışan bu sebeple taraftar ile arası her daim açık olan klüp yönetimi bu yıl mentalitesini değiştirip hem satıp hem satınalmaya başladı. (Hernanes) Geçtiğimiz bir iki yıl içinde düşük maliyetlerle klübe kazandırılan genç oyuncuların (Muslera, Radu, Lichsteiner) da form tutması ile Lazio 99-00'daki şampiyon ekibin ruhunu tekrar yakaladı.

Geçen yıl düşme potasına çok yakın sıralarda ligi sürdüren ve tamamlayan Lazio bu sezonun ilk haftaları sonunda şampiyonluk için iddialı ekiplerden biri olarak görülmeye başlandı. Sadece ilk hafta Sampdoria'ya mağlup olan Lazio son 6 haftada 5 galibiyet 1 beraberlik aldı ve 7 maçta 16 puanla ilk sırada bulunuyor.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Sakıp Aytaç - Galatasaray'ın Son Kalelisi

Dardanelspor'un son numarası Sakıp Aytaç. Geçtiğimiz sezon A takıma çıkarılıp sol bek ve sol açık olarak denendi. Bir yıl boyunca 18 yaşında bir futbolcu olarak Bank Asya 1.Lig tecrübesi edindi. Bu sezona da Dardanelspor'da ilk 11 oyuncusu olarak başladı. Adam eksilterek mesafe katedebilen, çizgide çok başarılı olan bitiricilik özelliği de mevcut süratli bir açık Sakıp.

Dardanelspor'dan aldığı 3 oyuncusundan da faydalanmış ve para kazanmış Galatasaray Adnan Sezgin ile bu geleneğini sürdürecek gibi görünüyor. Ümit Milli takıma seçildiği ilk maçında Sakıp'ı takip eden Sezgin devre arasında Çanakkale'ye gelip Niyazi Önen'in kapısını çalacak gibi. Dardanelspor'un ise Sakıp için ne kadar bonservis bedeli isteyeceği henüz belli değil. 2015'e kadar sözleşmesi bulunan oyuncu ise Galatasaray da oynamayı çok istediğini söyledi.

Hayırlısı olsun. Çanakkale bir yeteneğini daha futbol sahnesine sunuyor.

12 Ekim 2010 Salı

4.Jenerasyon Aranıyor

Hakan Şükür'lü Hasan Şaş'lı Bülent Korkmaz'lı Alpay'lı jenerasyon Letonya'ya elendiğimiz maç ile miadını doldurmuştu. Sonrasında oluşan Emre'li, Tuncay'lı, Servet'li Nihat'lı devşirme Aurelio'lu jenerasyon da bu maç ile miadını doldurduğunu gösterdi.



Türk futbolunun başarılı olduğu takımlarının kadrolar incelenirse hep bir "jenerasyon" etkisinde başarılı olunduğu görülür. Akdeniz Oyunlarında başarılı olan ekip, Euro 96'ya giden ekip, Euro 2000'de çeyrek final oynayan ekip bir jenerasyon iken, UEFA ve Süper Kupa'yı alan ekip ile 2002 Dünya Kupası'nda 3.olan jenerasyon ikinci jenerasyondur.2 Jenerasyon da olaylı İsviçre maçı ile tüketmişti.

3.Jenerasyon olarak gördüğüm EURO 2008 de yarı final oynayan ekip ise gerek sakatlıklar gerekse oyuncuların klüp kariyerlerinin kötü gidişatları neticesinde artık bir jenerasyondan ziyade bir toplama takım haline geldi.

Başarılarda bu tarz oyuncu gruplarının aynı anda kadroda bulunabilmesini sağlamak, yılda 4-5 kez maç yapan, birbiri ile çok sık idman yapabilme şansı olmayan oyuncuların uyumunu sağlayabilmek için çok önemli.

Yani aynı futbol mentalitesi ile yetiştirilen oyuncuların oluşturacağı bir milli takım ile biri Trabzon'dan biri Fransa'dan biri Almanya'dan biri İngiltere'den biri İstanbul'dan gelen oyuncuların oluşturacağı takım arasında "uyum süresi" bakımından büyük farklılıklar oluyor haliyle. Milli takımımızın bugün sahaya sürülen ilk 11'i ve genel olarak 23 kişilik kadrosu tam da bu birbirinden farklı mentalitede yetiştirilmiş oyun tarzları arasında muzzam farklılıklar olan oyunculardan oluşuyordu. Bu nedenle suçlu teknik heyettir, yöneticilerdir vs. şeklinde suçlamalar bence anlık sinir hali ile sarfediliyor.

Türk futbolunun uzun vadeli sorunu futbol kimliğini oluşturamamış olması, kısa vadede yani yaklaşık 10 yıldır da altyapı sisteminin profesyonellikte de gelişime açık oyuncular yetiştirememiş olmasıdır.

11 Ekim 2010 Pazartesi

Michelangelo Rampulla

10 yıl boyunca kadrosunda bulunduğu (1992-2002) Juventus'da toplam 49 maça çıkan, Peruzzi, Van Der Sar ve Buffon'un ardında yıllar yılı yedek beklemiş mütevazi kaleci Rampulla.

İlginç bir not olarak Rampulla Serie A'da ilk gol atan kaleci ünvanına sahiptir. (Cremonese-Atalanta)

Ayrıca Juventus'un Galatasaray ile oynadığı 1998 yılında her iki maçta da kaleye geçmiştir. (Biri Peruzzi'nin gördüğü kırmızı kart sebebi ile sonradan)

10 yıl yedek bekleyecek kadar Juventusludur ve şu sıralarda Juve'de kaleci antrenörüdür.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Waka waka Eeeee?

Eee Blatter dayı? 1 metre içeri düşen top gol değil, 2 metre ofsayt Tevez ve gooooool! Nası olucak Platini amca? Hadi Henry'in elini kolunu kayırdın bunlar ne olacak? O Roberto Rosetti ki Avrupa'nın en önde gelen hakemlerinden biri olarak gösteriliyor, yardımcısıyla o kadar istişare etti, o kadar göz ucuyla dev ekrana baktı ".mınıskim osfayt mıymış lan!" diye eeee? Rosetti tribünden bi Güney Afrikalı kardeşimize sorsa "Abi valla kabak gibi ofsaytı vermedin" derdi yahu. Karar devam. 2-2'ye maçı getirebilecek olan İngiltere fark yedi, elendi. Belki kafa kafaya 90 dakika oynayabilecek Meksika kafadan teslim edildi Arjantin'e.
Bence FIFA topun içine sensör falan koymayı bıraksın, acilen bu işlere çözüm bulsun. Göz göre göre takımların hakları yenmesin. Ya her çizgiye hakem koysunlar ya da görüntü ile karar verme konusunda çalışma yapsınlar. Güney Afrika'da taraftar vuvuzela çalmaktan başı döndüğü için ses çıkaramadı ama Avrupa'da klüp maçlarında benzer hadiseler yaşanır da dev ekrandan kabak gibi görünen goller, ofsaytlar, penaltılar çalınmaz oyun devam ettirilirse o taraftar sahaya iner. Aman diyim.

18 Haziran 2010 Cuma

Değişen Fransa Değişen Futbol

80ler 90lardan sonra 2000lerin başında o topun ayağına yakıştığı oyuncuların yerini 100 mt. koşucusu gibi atletik, top tekniği zayıf, en iyi istatistiği maç boyunca koştuğu km. olan oyuncular aldı artık.

Bence futbolda yakın geçmişteki en büyük değişim oyuncuların fiziksel profillerinde oldu. Savaşan oyuncu adı altında takımlar sadece koşabilen, kazandığı topu yanındaki arkadaşına aktarmaktan başka top ile aksiyonu olmayan, adam eksiltemeyen, şut atamayan, oyun kuramayan oyunculardan kurulu hale geldi.

Bunda en büyük etkiyi İngiliz ve Fransız klüpleri ve tercihlerini bu yönde kullanan menejerler yaptı. Dün oynanan Fransa maçı bu konuyu aklıma tekrar getiren maç oldu. Çok üst düzey olmamasına rağmen teknik yönünü daha fazla kullanan Meksika, tamamen fizik güce dayalı oyuncular ile donatılmış Fransa'yı 2 golle geçti. Halbuki bundan 10 yıl öncesinde Zidane, Deschamps, Petit, gibi teknik kapasitesi bugün aynı mevkide oynayan haleflerine göre çok daha fazla olan oyuncular sayesinde Dünya Kupasını kazanmıştı. Bugün ki Fransa milli takımına göz attığımızda 98 DK kazanan kadronun teknik özelliklerine yakın tek oyuncunun Ribery olduğunu, bütün takımın onun taşıyacağı toplara bel bağladığını ama onun da ne Platini, ne de Zidane ayarında olmadığını görebiliyoruz. Sömürge ülkelerden göçmüş yahut oradan keşfedilmiş gençlerin Avrupa'da (özellikle Arsene Wenger vasıtası ile Arsenal'de) sivrilmesi ile milli takım antrenörleri de tercihlerini bu yönde kullanır oldu. Buna kısmen İngiltere milli takımını da dahil edebiliriz.

Bu durumdan daha önce muzdarip olan Almanya ise sorunu aşmış gibi görünüyor. Her zaman disiplinli, düz, insiyatif kullanmadan haddini bilerek oynayan oyuncular yetiştiren Alman milli takımı 90larda ve 2000lerin başında kreatif oyuncu sıkıntısını en çok yaşayan ülke idi belkide. Fakat milli takım kapılarının göçmen oyunculara da açılması ile beraber "Alman disiplini ile yetişen" oyunculardan farklı olarak oyuna ağırlığını koyan, insiyatif alan, teknik kapasitesi yüksek, adam eksiltmek için çaba gösteren oyuncuların dahil olması ile Almanya an itibari ile görüldü ki Avrupa ekiplerinin bu yönde en zengin takımı.

Yine coğrafyasında yetişen futbolcuların özellikleri itibari ile Gana, Kamerun, Nijerya, Fildişi Sahilleri gibi ülke milli takımları da bu turnuvada kaybetmeye mahkum gibiler. Zira oynadıkları maçlarda çoğunlukla final pası ve son vuruşlarda büyük eksikliklerinin olduğu ve bu eksikliklerin dönemsel değil yetiştirildikleri mentalite ile alakalı olduklarını gördük. Turnuvada futbolu fiziksel yönü ile oynamaya çalışan ve oyuncu seçimlerini bu yönde yapan takımlar seyir zevkini kısıtlayan, hatta yok eden takımlar olarak dikkat çekiyor.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Ne Acayip Forma

Geçenlerde blogdan bloga zıplarken Galatasaray'ın geçmişten güne kadar ki formalarını ve hikayelerini sergileyen bir blog gördüm. Forma hadisesi de ilgimi çektiğinden girdim baktım. Şaşırdığım "vay ananıavradını" dediğim tek forma ve hikayesi;



O dönemler (90ların başı) klüplerimiz forma üreticilerine "Bana 2 çubuklu, bi düz beyaz, bi parçalı, bi turuncu, bi de leopar desenli forma yap" diyemediklerinden Adidas, Umbro, Lotto ne üretir ise onu giyerler imiş.Galatasaray'da o sezon formaları için Umbro ile anlaşmış; "Bahtımıza ne çıkarsa" diye beklemeye koyulmuşlar. Her yıl alternatif 3.forma adı altında beyaz forma giyen Galatasaray'a o yıl Umbro tasarımcıları tıpkı Avrupa klüpleri gibi aykırı bir renk ile altenatif forma tasarlamışlar. Galatasaray malzemecisi sezon başı formaları açıp "Al Hayro yeşil kazak sana,Bülent 3 sana,Hakan 9 sana,Arif al 6'yı" derken bir de ne görsün; Masmavi kareli bir forma. Umbro tasarımcıları o dönem Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinden habersiz olmalı ki öyle bir forma yapmışlar Fenerbahçe giyse kimse "Aaaa Fener ne acayip forma giymiş lan!" demez. Hal böyle iken Galatasaray bu formayı hiç giymemiş sezon boyunca.

Galatasaray'ın bu hadisesini düşünürsek kim bilir zamanında forma üreticileri Beşiktaş için sarı, Fenerbahçe için siyah, Trabzon için yeşil forma tasarlamış olabilir.Belki de Çanakkale için bile turuncu forma falan üretmiştir bu şuursuz adamlar.Düşüncesi bile kötü.Forma dediğin arma renginde olur yahu.

1 Nisan 2010 Perşembe

goal.com ve Kötü 1 Nisan Şakası

En çok okunan futbol sitelerinden goal.com 1 Nisan şakası olarak Blatter'in İrlanda'nın Dünya Kupası'nda 33.takım olmasını kabul ettiğini yazmış.

http://www.goal.com/en-india/news/140/world-cup-2010/2010/04/01/1858709/world-cup-2010-sepp-blatter-accepts-ireland-as-33rd-team

Zaten aşırı dramatik bi şekilde bu hakkını kaybetmiş olan İrlandalıların hissiyatı ile bu şekilde oynanması hoş olmamış. Benim milli takımım kural dışı bir gol ile elense ve böyle bir şakayla karşı karşıya kalsa Fifa'dan Henry'den girer goal.com'dan çıkardım.

Türk Kaleciler İçin Kariyer Günleri

Onur Recep Kıvrak'ın giderek artan maç performansı, ve aynı jenerasyonda umut bağlanan, gelecek vaad eden arkadaşlarının şu sıralar ilk 18 şansı dahi bulamıyor oluşu dikkatimi bir noktaya çekti.

Genelde tecrübeli yerlilerin sakatlığı, yabancıların da milli takımlarına gitmesi yahut eşinin doğum çocuğunun grip olması gibi şansa bağlı sebeplerle kaleye geçen ve "Vay be ne yetenekli yerli kaleciler varmış" dedirten son 4-5 yılın genç Türk kalecilerinden kariyerini en ideal ivme ile sürdüren Onur Recep Kıvrak oldu. Yeşilova'da futbola başlayıp Karşıyaka ile Bank Asya'da profesyonel oldu, daha sonra Trabzonspor'da 3. kaleci olarak Jefferson-Ahmet Şahin-Silva-Tolga gibi kalecilerin arkasında bekledi. Bu esnada Ümit Milli takımda uluslar arası tecrübe edindi. Nihayet bu sezon Şenol Güneş'in gelişi ile takımda 1.numara pozisyonunda o var. Gayet beklendiği gibi gelişen, sıralaması çok ideal bir kariyer akışı öyle değil mi?
Aslında her kaleci için bu tarz bir gelişim gerekli iken, milli takım kalesi için Rüştü-Volkan'a alternatif gösterilen Ufuk ve Hakan Arıkan gibi iki kaleci şu an klüplerinde forma şansı bulamıyor. Formsuzluk yahut yetenek ile alakalı sıkıntıları olmadıkları kesin. Fakat transfer oldukları takımların tecrübeli kaleci hassasiyeti, yabancı kaleci düşkünlüğü gibi unsurları göz önüne almadan, 70 model futbolcu kafası ile sadece büyük klüpler olduğu için o klüplere geçmeleri körelmelerine yol açıyor. Mesela Ufuk'un Leo Franco ve her daim 12 numara Aykut Erçetin var iken sürekli forma şansı bulabildiği bir Süper Lig ekibinden ayrılıp 3.kaleci olmayı göze alarak Galatasaray'a gelmesi nasıl açıklanabilir? Üstelik bu konuda gösterilebilecek en kötü örnek olan Aykut Erçetin'i nasıl görmez.

Aynı şekilde Hakan Arıkan; maç tecrübesi edinmesi gereken kariyerinin en önemli döneminde Rüştü Reçber'in sözleşme imzalamasından 1 ay sonra Beşiktaş'a imza atması nasıl bir planlamanın sonucudur? Kendisinden önce gençliğini tüketen, kariyerleri tepetaklak olan Ramazan Kurşunlu ve Volkan Ünlü'yü yiyen klübeye girmeyi nasıl göze alır?

Volkan Ünlü demişken, kariyerine Almanya'da Schalke'de devam etseydi 1 sezon daha sabredip Rost'un önüne geçseydi şu an milli takım için adı geçiyor olabilirdi. Şu an hangi klüpte forma giydiğini bile bilemiyoruz.
Yine Volkan Ünlü gibi Ramazan Özcan'ın Hoffenheim'dan sonra kariyerine Almanya'da devamlı forma şansı bulabileceği bi klüpte değil de Rüştü ve Hakan'ın sakatlığından doğan boşlukta 1-2 hafta kaleyi korusun diye kendisini kiralayan Beşiktaş'a gitmesi ve yarım sezonunu tribünde geçirmesi.. Sadece hazırlık maçlarında ve ciddiye alınmayan Ziraat Türkiye Kupası'nda 2 maçta oynadı. 25 yaşında bir kaleci için yapılabilecek en manasız transfer oldu heralde.

Sezon sonunda klüplerinden ayrılması muhtemel iki yetenekli yerli kaleci Serkan Kırıntılı ve Cenk Gönen'in bu tarz transferleri ve akıbetlerini örnek alarak hareket etmesi gerekiyor. Yahut bu işin ehli birinin genç Türk kalecilere kariyer planlaması hakkında konferans vermesi lazım geliyor.

25 Mart 2010 Perşembe

Gözlerinden okunuyor şike yapıyorsun


Arif, Hasagiç ve Taner serbest bırakılmış. Arif'in beyanat verirken çekilmiş fotografı da bu. Yani neden bilmiyorum ama bu adamın her hali bana bu işin içindeymiş gibi geliyor. Fotografı da buna delil gibi. "Şikeci tipi" diye bi tip olsa literatürde ahada bu olurdu heralde.