
Hakan Şükür'lü Hasan Şaş'lı Bülent Korkmaz'lı Alpay'lı jenerasyon Letonya'ya elendiğimiz maç ile miadını doldurmuştu. Sonrasında oluşan Emre'li, Tuncay'lı, Servet'li Nihat'lı devşirme Aurelio'lu jenerasyon da bu maç ile miadını doldurduğunu gösterdi.

Türk futbolunun başarılı olduğu takımlarının kadrolar incelenirse hep bir "jenerasyon" etkisinde başarılı olunduğu görülür. Akdeniz Oyunlarında başarılı olan ekip, Euro 96'ya giden ekip, Euro 2000'de çeyrek final oynayan ekip bir jenerasyon iken, UEFA ve Süper Kupa'yı alan ekip ile 2002 Dünya Kupası'nda 3.olan jenerasyon ikinci jenerasyondur.2 Jenerasyon da olaylı İsviçre maçı ile tüketmişti.
3.Jenerasyon olarak gördüğüm EURO 2008 de yarı final oynayan ekip ise gerek sakatlıklar gerekse oyuncuların klüp kariyerlerinin kötü gidişatları neticesinde artık bir jenerasyondan ziyade bir toplama takım haline geldi.
Başarılarda bu tarz oyuncu gruplarının aynı anda kadroda bulunabilmesini sağlamak, yılda 4-5 kez maç yapan, birbiri ile çok sık idman yapabilme şansı olmayan oyuncuların uyumunu sağlayabilmek için çok önemli.

Yani aynı futbol mentalitesi ile yetiştirilen oyuncuların oluşturacağı bir milli takım ile biri Trabzon'dan biri Fransa'dan biri Almanya'dan biri İngiltere'den biri İstanbul'dan gelen oyuncuların oluşturacağı takım arasında "uyum süresi" bakımından büyük farklılıklar oluyor haliyle. Milli takımımızın bugün sahaya sürülen ilk 11'i ve genel olarak 23 kişilik kadrosu tam da bu birbirinden farklı mentalitede yetiştirilmiş oyun tarzları arasında muzzam farklılıklar olan oyunculardan oluşuyordu. Bu nedenle suçlu teknik heyettir, yöneticilerdir vs. şeklinde suçlamalar bence anlık sinir hali ile sarfediliyor.
Türk futbolunun uzun vadeli sorunu futbol kimliğini oluşturamamış olması, kısa vadede yani yaklaşık 10 yıldır da altyapı sisteminin profesyonellikte de gelişime açık oyuncular yetiştirememiş olmasıdır.